ÖFKE

787

    İslam düşünürlerinden İbn Miskeveyh de “Ahlakı Olgunlaştırma” adlı eserinde, nefsin hastalıklarının tedavisine yer verdiği bölümde, öfke hakkında bilgiler verirken öfkenin fizyolojik etkisini bu ifadelerle dile getirir: “Öfke, nefsin bir davranışı olup öç alma arzusuyla kalpteki kanın galeyana gelmesine sebep olur. Bu davranış şiddetli olursa öfke ateşi alevlenir, kalpteki kanın galeyanı artar, sinirleri ve beyni karışık, kara bir duman kaplar. Bu sırada aklın durumu kötüleşir ve çalışması zayıflar. İbn Miskeveyh daha sonra eserinde öfkeli bireyin bu durumunu Sokrat’a ait bir örnekle pekiştirir. Sokrat’a göre fırtınaya tutulan ve dağ gibi dev dalgalara kapılmış geminin kurtulma ümidi, öfkelenmiş ve kızmış insanınkinden daha fazladır. Çünkü bu durumdaki geminin tayfaları, onu kurtarmak için çeşitli yollara başvurabilirler. Öfkeyle tutuşan bir nefsin ise hiçbir yardımcısı yoktur. Ona verilen öğüt ve öfkesine karşı söylenen yatıştırıcı sözlerle onu akla uydurmaya çalışmak, yanan ateşe atılan odun gibi sadece alevini artırır.

    İmam Gazali de öfkeyi insanın en temel zaaflarından biri olarak gösterir ve İhya adlı eserinde şeytanın insanda görmekten en çok hoşlandığı özelliklerden birinin öfke olduğunu, hatta öfkeli bir bireyle şeytanın, tıpkı bir çocuğun topla oynaması gibi oynadığını ifade eder.

    Kontrol edemediğimizde öfkenin bize ve ilişkilerimize nasıl zarar vereceği konusunda bu temel bilgilere sahip olmak bireyde bir farkındalık oluşturur. Farkındalık, hayatımızı sadece alışkanlıklar doğrultusunda yaşamaktan bizi uzaklaştırır ve bilinçli davranışlara yol açar.

Nereden başlamalıyız?

    Öfke duygusunu anlamaya çalışarak kontrol becerisini kazanmak isteyen kişinin ilk sorduğu sorudur bu. Başlangıç için ilk adım elbette kişinin kendisini tanımasıdır. Peygamber Efendimiz, bir hadisinde, hepimizin farklı mertebelerde yaratıldığını söyler bize: “İnsanoğlu farklı farklı mertebelerde yaratılmıştır. Kimisi nadiren öfkelenir, çabuk yatışır; kimisi çabuk öfkelenir çabuk yatışır, bazısı çabuk öfkelenir zor teskin edilir ki en şerlileri bunlardır. En hayırlıları ise nadiren öfkelenip çabuk yatışanlardır.” (Tirmizi, Fiten, 24.) Bu hadis, yaratılış itibarıyla hangi mizaca yatkın olduğumuzu fark etmemizi sağladığı gibi önemli bir mesaj da barındırır: “Hayırlı bir kişi olmak istiyorsan nadiren öfkelen ve çabuk sakinleş!”

    Doğuştan getirdiğimiz özellikler, kişilik yapımız, olaylar karşısında nasıl tepki vereceğimize dair önemli ipuçları verse de öfke duygusunun davranışlara yansıyan kısmı daha çok öğrenmeyle gerçekleşir. Her ne kadar bunu kabul etmek bize zor gelse de küçük bir testle gerçeği görebilmek mümkündür. Eğer amirimize öfkelenip ast üst ilişkisi çerçevesinde hiçbir cevap vermiyor, farklı faktörlerin etkisiyle kendimizi kontrol edebiliyor ama bizden daha zayıf kişilere öfkelendiğimizde bu kontrolü sağlayamıyorsak bizim öfke problemimiz değil, davranış problemimizin olduğu çok açıktır. Bir yerde öfkesini kontrol etmeyi başarabilen kişi diğer yerlerde de bu başarıyı gösterebilir.

    Öfke kontrolünde kendimizi tanımak, zaaflarımızı bilmek kadar önemli bir nokta, öfke duygusuna verdiğimiz anlamda gizlidir. Öfkeyi hayatımızdan çıkması gereken bir duygu olarak tanımlamak, hiç öfkelenmemeyi kendimize hedef olarak belirlemek, bu mücadeleyi baştan kaybetmektir. Öfke bir duygudur, yok sayılamaz. Öfkenin olumsuz bir duygu olarak algılanması, kontrol edilemeyen, saldırgan davranışlarla ilgilidir. İmam Gazali’nin öfkeyi, “insanoğluna verilen bir lütuf” olarak değerlendirmesi bu anlamda önemli bir tanımlamadır. Gazali’ye göre öfke duygusu, muhtemel tehlikelerden ve fesattan kendisini koruyabilmesi için insana Allah tarafından verilmiş bir nimettir. Önemli olan bu duyguyu nerede nasıl kullandığımız, bu duygunun etkisiyle hangi hikâyeler yazdığımızdır.

    Sahabe, Peygamber Efendimizin öfke yaşantısını anlatırken bu cümleyi kullanıyor. Peygamberimiz, nadiren öfkelenir, öfkelenmeye vesile olacak davranışlara girmez ama öfkelendiğinde de kazanan taraf olurdu.

    Öfke duygusundan başarı hikâyesi çıkarabilmek, olumsuz duyguları fark edip doğru şekilde yönetebilmekten geçer. Dünyaca ünlü basketbolcu Michael Jordan’ın ismini muhtemelen duymayan yoktur. NBA’in resmî sitesine göre oybirliğiyle tüm zamanların en büyük basketbolcusu seçilen Michael Jordan, lise ikinci sınıfta, çok arzu etmesine rağmen okul basketbol takımına alınmaz. Antrenörü onun bu konuda yetenekli olmadığını, boyunun kısa olduğunu, takımda kendisine yer olamayacağını söyler. M. Jordan’ın morali çok bozulur, eve gidip ağlamaya başlar. Hayalleri yıkılmıştır. Durumu fark eden annesi, neler olduğunu sorar. “Takıma giremedim, bana küçük olduğumu söylediler.” der. Annesi bunun üzerine kolunu oğlunun boynuna dolar, “Bak oğlum, önemli olan takımın içinde senin ne kadar küçük olduğun değil, senin içinde ne kadar büyük takım olduğudur!” Bu cümle, antrenörüne kızıp her şeyden vazgeçmek yerine, Jordan’ı dünyanın en ünlü basketbolcusu yapmıştır.

    Mutsuzluğumuz, sıkıntılarımız, öfkemiz, bizi harekete geçirmeye çalışan uyarı levhalarıdır. Yol tecrübemiz, yeterli malzememiz ve sağlam bir irademiz varsa bu işaretleri hedefe götüren adımlar olarak görebilmek bize farklı ve yeni kapılar açar. Hayattaki en önemli şey kazançlardan yararlanmak değildir, bunu herkes yapabilir. Asıl önemli olan kayıplarımızdan, olumsuz olarak tanımladığımız durumlardan kurtulup daha iyiye, daha güzele ulaşmaktır. Asıl başarı da bu değil midir?

 

Ayşe Nur ÖZKAN