SAHİP OLMAK YA DA OLMAK: MODERN İNSANIN İKİLEMİ

637

Psikoterapist Viktor Frankl, başından geçen bir olayı anlatır. Gece yarısı telefonu çalar. Arayan bir kadındır: “İntihar etmeye karar verdim ama ölmeden önce bir psikoterapist olarak sizin ne diyeceğinizi merak ettim.” der. Frankl, kadını intihardan vazgeçirir. Kadın intihar etmezse Frankl’ı ziyaret edeceğine söz verir. Kadın sözünü tutar ve aralarında sıcak bir sohbet gerçekleşir. Sohbetleri sırasında Frankl kadını intihardan vazgeçiren nedenin, onu yaşamaya ikna etmek için yaptığı konuşmalar olmadığını anlar. Kadın, gece yarısı uyandırılmasına rağmen, onu sabırla dinleyen, onunla konuşan birisinin de bu dünyada var olduğunu, dolayısıyla dünyanın yaşamaya değeceğini düşünerek vazgeçmiştir intihardan.

Modern insanın temel problemi modernizmin ürünü olan yaşam biçiminin onu esir almasıdır. “Refah toplumu” adını verdiğimiz ve insanın maddi tatminine yönelik bir hayat tarzının ona gerçekten refahı sağlayıp sağlamadığı artık Batı insanınca da sorgulanmaktadır. Modernizmle eş anlamlı kullanılan bu “refah” anlayışı insanları hangi noktaya getirdi? Tabii ki televizyonu ya da müzik seti olmayan insanlar normal görülmemeye başlandı. Tüketici olmayı onurlu bir şey görür oldu modern insan. Bu yaşama biçimi insanların fizik ötesi dünyaya ait tasavvurlarını bile değiştirdi. Artık modern insan, cenneti her şeyin bulunduğu, kredi kartlarını limitsiz kullanabileceği devasa bir alışveriş merkezi olarak hayal etmekte. Artık insan kendi değerini, sahip olduğu şeylerle ölçmekte. İnsanın ne olduğu değil, neye sahip olduğu önemli artık.

Modernizmi doğuran endüstriyel süreç, insanların “hep daha fazlasına sahip olma” duygusunu geliştirdi. Ama insanca yaşamanın ve mutlu olmanın temel ilkesi “sahip olma” değil, insanın “kendisi olması” dır. Batı insanının bunalımının temelinde bu önemli ayrımın yattığını, insanın kendi varlığını anlamlandırması için maneviyatın göz ardı edilmemesi gerektiğini belirten psikolog ve psikoterapistlere göre depresyonların temelinde bu gerçek yatar.

Modern insan kendisinden uzaklaşmakta, tabiatla kendisi arasındaki bağı, diğer insanlarla insani ilişkilerini gerçekleştirecek ortamı kaybetmektedir. Bilim ve teknolojinin gelişmesi ile modern dünyanın en önemli özelliği hâline gelen bireycilik, kişiyi toplumdan soyutlanmış bir varlık hâline getirmiştir. Kişi toplumun ortasında yaşar, tamamıyla ona bağımlıdır ama onun ne işe yaradığını anlayamaz.

Modern dünyanın aletlerine esir olmuş gibiyiz. Onlar bizim için bir araç olmaktan ziyade hayatın kendisi olma yolunda hızla yol alıyorlar. Günlük hayatımızın telaşı modern hayat biçimiyle azalacak yerde gitgide artıyor. Kilometrelerce uzakta olan bir arkadaşımdan sayfalarca dolusu bir mektup almayı bazen o kadar arzuluyorum ki. Ama telefon veya internet buna izin vermiyor.

Modernizmin çocuğu, modernizmin aletlerinin hem sahibi hem de esiridir. Kumanda ile kendisine hükmettiğimizi zannettiğimiz ama aslında esiri olduğumuz televizyonla ilgili şu hikâye mânidardır: Baba ile 5-6 yaşlarındaki oğlu yağmurlu ve rüzgârlı bir havada arabaları ile gezintiye çıkarlar. Bir müddet sonra tekerleri patlar. Bu havada teker değiştirmenin zorluğunu fark eden çocuk, babasına seslenir: “Babacığım, başka bir kanala çevirsek ya!”

Hülâsa, modernizmin Batı’da insanları bazı doğal özelliklerinden uzaklaştırdığına dair şüphe yok. Ama bizim de Batı’nın yolunda olduğumuz bir başka gerçek. Artık sokakta insanlarla selamlaşmıyoruz; kapı komşumuzun isminin ne olduğu dahi bizi ilgilendirmiyor; sıkıntılarımızı, dertlerimizi paylaşacağımız insanların sayısı giderek azalıyor. Bir ihtiyacımızı gidermek için en yakınlarımıza bile müracaat etmekten çekiniyoruz. Dertlerimizi başkalarıyla paylaşamamanın sıkıntısını yaşıyoruz.

 

Ali KÖSE