YARDIMLAŞMADA ÖLÇÜ VE DENGE

570

“Veren el üstündür. Vermeye, geçimini sağlamakla yükümlü olduğun kimselerden başla. Annene, babana, kız kardeşine ve erkek kardeşine yardım et ; sonra da yakınlık durumuna göre devam et.” (Nesâî, Zekât, 51). Hz. Peygamber’in (s.a.s.) kişinin kendisinin ve yakınlarının nafakasını temin ettikten sonra maddi yardımda bulunmak istediğinde bunu nasıl yapması gerektiğini görüyoruz. Sadaka vermek isteyen kişi önce kendi ihtiyacını karşılar sonra birinci derece sorumlu olduğu kişilerin temel ihtiyaçlarını karşılamalı, ardından yakın çevresinden başlayarak yardımlarına devam etmelidir. Hz. Peygamber (s.a.s.), “Sadakanın en güzeli kişinin kendi ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra kalan maldan kendini zor durumda bırakmadan verdiğidir.” (Nesâî, Zekât, 53) buyurarak yardımlaşmada kendimizi ve ailemizi muhtaç bırakmayacak şekilde sadaka verebileciğimize işaret eder. Hz. Peygamber (s.a.s.) Sa‘d b. Ebî Vakkâs’a “Mirasçılarını zengin bırakman, başkalarına muhtaç bırakmandan daha hayırlıdır.” diyerek “Yemek yerken eşinin ağzına koyacağın bir lokmanın dahi karşılığını alacaksın.” müjdesini vermiştir.

 

Resulullah (s.a.s.), sahabe arasında gecelerinin tamamını ibadetle geçirmek isteyenleri ve her gün oruç tutmaya niyetlenenleri uyarak onlara ailelerinin üzerlerindeki haklarını hatırlatmıştır (Buhârî, Nikâh, 1). Dolayısıyla kişi, ailesinin ve yakınlarının manevi ihtiyaçlarına da öncelik vermelidir. Başkalarına gösterdiği iyilik, hassasiyet ve nezaketi ailesinden esirgeyen Müslüman, Hz. Peygamber’in emrini layığıyla yerine getirmiş sayılmaz. Çünkü hadisler, toplumun sadece maddi değil manevi refahını da temin eder ve bu, Müslümanın sorumluluğudur.

 

Hz. Peygamber (s.a.s.), sadaka kavramını, maddi yardımdan aile bireylerinin birbirlerine yönelik güzel davranışlarını, selâmlaşmayı, tebessümü, yoldan insanlara zarar verecek bir taşı kaldırmayı da içine alacak şekilde genişletmiştir. Sadaka kavramının içine giren iyilik, güzel muamele ve yardımlaşma, aile ve toplumu bir arada tutacak bir harç vazifesi görmektedir. Müslümanlar; önce kendileri ve aileleri, ardından akrabaları, komşularına doğru genişleyen iyilik ve yardımlaşma ağıyla güçlü bir toplum inşa edebilecektir. Meseleye bakıldığında da “Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz, Allah (c.c.) kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.” (Nisâ, 4/36) ayetinde iyilik ve yardımlaşmada en yakınlardan başlamanın emredildiği görülür. Bu iyilik, onlarla bağlarımızı koparmamayı, ihtiyaçlarını karşılamayı ve güzel muameleyi de kapsar. Yüce Allah’ın (c.c.) Müslümanları mutedil bir ümmet olmakla övmesi ve akrabaya, yoksullara ve yolda kalmışlara yardım ederken israfa kaçmamayı emretmiştir (Bakara, 2/143, İsrâ, 17/26).

Dolayısıyla Hz. Peygamber’in (s.a.s.) vermeye yakınlarımızdan başlamamız gerektiğine dair uyarısı bir sınırlamaya değil bir başlangıca, iyilik yolunda atılmış ilk adıma işaret etmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s.), asıl kazancın Müslümanların biriktirdikleri değil, aileleri, akrabaları ve diğer Müslümanlara verdikleri ve onların refahı için harcadıkları malların olduğunu bildirmiştir.

 

Dr. Öğretim Üyesi Fatma Kızıl

Yalova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi