ZAMANIN HAKKINI VERMEK

600

Bağdat çarşısında bir adam, yaz mevsiminin kavurucu sıcağında dağdan getirdiği buzları satarken bir yandan eliyle alnındaki terleri silmekte bir yandan da gelip geçenlere âdeta yalvarmaktadır: “Sermayesi sürekli tükenen bu fakirden buz alan yok mu?” O sırada çarşıdan geçmekte olan ve bu sahneyi gören derviş bir anda feryadı basar: “Eyvah sermayem!” Yanındakiler ona neden feryat ettiğini sorarlar. O da buz satan adamı göstererek, “Eriyen sadece onun buzları değil, benim ömrüm.” der.

Ömrü yazın sıcağında dur durak bilmeden eriyen buz gibidir insanoğlu. Hayatının ne kadarını Allah yolunda, güzel ve hayırlı işlerde harcarsa o kadarını kurtarmış, menkıbedeki ifadesiyle “değerlendirmiş” olacaktır. Boşa geçirdiği, ziyan ettiği her saniye ona pişmanlık ve feryat olarak dönecektir.

Bizler her sabah karşımızda tertemiz sayfalar gibi günler buluruz. Bu sayfaları gün boyu pek çok davranış, kaygı ve düşünceyle doldururuz. İnsan, dünyaya geldiği andan itibaren kendine ayrılan sayfaları azaltarak sona doğru yaklaşır. Her doğum dünyaya gelmiş bir eceldir aynı zamanda. Farkında olsak da olmasak da zaman durdurulamaz bir biçimde akar. Bu akıştan bütün canlılar nasibini alır. Fakat insan, ölümün farkında olması hasebiyle ruhen ve bedenen bu akıştan en çok nasibini alan canlıdır. Çünkü o, doğum ve ölüm adlı iki kapının arasında zamana kayıtlı bir imtihana tabi tutulmuştur. “Zaman sessiz bir testeredir.” der Kant. Testere, hayatın karşı konulmaz biçimde tükenişini imgeler.

En Büyük Sermaye Zaman

Cenab-ı Allah, zamandan ve mekândan münezzehtir. İnsan ise fani bir bedene ve onu eskitmekle görevli bir zamana mukayyettir. Hz. Peygamber (s.a.s.), “İki günü eşit olan aldanmıştır.” buyurmak suretiyle zaman karşısında Müslüman’ın sürekli teyakkuz hâlinde olması gerektiğini, davranışlarını ve bilgisini onun yeknesak akışı karşısında güncellemesi, yenilemesi gerektiğini vurgulamıştır. Birbirine eşit günler, zamana dair farkındalığın yitirilişini bize hatırlatır. Bu Nebevi ikaz, insanla zaman arasındaki zorunlu ilişkiyi, insanın lehine çevirmek hususunda ipuçları barındırır.
Zaman insanın en büyük sermayesidir. Onu, tasarruflu kullandığı ölçüde bereketlendirecek, dünyasını ve ahiretini mamur edebilecektir. Aksi hâlde zaman tarafından kendisi tüketilecektir. Dünya hayatı ahiretin tarlasıdır. İnsan burada ne ekerse sonsuz ahiret hayatında onu bulacaktır. İnsanın dünyadaki durumu, mevsimler karşısında sürekli uyanık olması gereken çiftçiye benzer. O, ektiklerinin ziyan olmaması için yağmura, güneşe ve bütün mevsim hareketlerine karşı süreklilik arz eden bir dikkat içinde bulunmalıdır. Bunu yapmazsa bütün çabası boşa gidecektir.

Öncelikler Sıralaması

Hayat bütün veçheleriyle Allah’ın (c.c.) kullarına nimeti ve ikramıdır. O, sonsuz kudretiyle insanı yoktan var etmiş, bir ruh ve beden sahibi olarak dünyaya göndermiştir. Başta akıl ve kalp olmak üzere konuşmak, görmek, yürümek, nefes alıp vermek gibi nimetlerle donatmıştır. İnsana verilen bütün nimetler emanettir. Varlığın yegâne sahibi olan Allah (c.c.) insanı boşuna yaratmadığını bildirmektedir: “Bizim sizi boşuna yarattığımızı ve tekrar huzurumuza döndürülüp hesap vermeyeceğinizi mi sandınız?” (Mü’minûn, 23/115) Müslüman’ın sahip olduğu nimetleri kullanırken aklından çıkarmaması gereken husus, bunların kendisine emanet olarak verildiği ve tümünden hesaba çekileceği gerçeğidir: “Nihâyet o gün nimetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz.” (Tekâsür, 102/8) Ayrıca Kur’an’da nimetlerin israf edilmesi kınanmış, israf eden kimselerin Allah tarafından sevilmeyeceği buyrulmuştur (En’âm, 6/141).

İnsan, yegâne sermayesi olan zamanı da israf etmemeli, gaflete veya rehavete kapılmamalı, onu yeryüzündeki sorumlulukları doğrultusunda kullanmalıdır. Zamanın ne kadar değerli olduğunu Asr suresinde Allah (c.c.) bizlere açık bir biçimde bildirmektedir: “Asra (zamana) yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip salih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.” Zamanın ve hayatın gerçek sahibi Allah, söze zaman üzerine yeminle başlayarak; imanın, salih amelin, hakkı ve sabrı tavsiye etmenin dışında kalan bütün eylem ve söylemlerin insanı hüsrana götüreceğini bildirmiştir. Bu noktada anmadan geçemeyeceğimiz bir diğer husus, modern çağın beraberinde hızın, insanı sürekli bir geç kalmışlık hissiyle paralize etmesi ve boş vermişliğe itmesidir. Zaman kavramını, üretim değerlerinin bir nesnesi konumuna indirgeyen sistem, bireyi nitelikli-niteliksiz ayrımı yapmadan bir koşturmacanın içine sokmuştur. Geçip giden zaman karşısında insan, yolun sonunda neleri yapmaktan ve neleri yapmamaktan pişman olacağını kestirememektedir. Çünkü eğitimden iş hayatına, aileden sosyal yaşama uzanan pek çok alanda tam olarak başarı elde edemeyen, zamanını işlerine yetiremeyen, böylece gerçekte hiçbir açıdan mutmain olamayan bireyler çağında yaşıyoruz. Zamanın ufalayan hızı karşısında kişinin durup önem ve öncelikler sıralaması yapması gerekiyor. Bunu yaparken çağın ve ona dayatılan reflekslerin ötesinde bir disipline ve değerler manzumesine yaslanması, yolun sonunda en az pişman olacağı seçeneği bulmasına vesile olacaktır. İnsanın değeri yaptığı işlerle biçilir. Jean Jeaques Rousseau’nun ünlü deyişiyle, “Ruh hiç farkında olmadan uğraştığı işlerin düzeyine alçalır veya yükselir.” Zamanı layıkıyla değerlendirme gayreti, doğal bir sonuç olarak bizleri yüksek anlam ifade eden meşguliyetlere yönlendirecektir. Çünkü sonlu hayat, insanı her aklına eseni yapma konforundan alıkoyar ve onu sorumluluk sahibi bir birey olmaya iter. Bu açıdan zaman, insanı tahdit etmekle beraber daima niteliğe, iyiliğe ve doğruya yönlendirir.

Hayatın Hakkını Vermek

Nedir zamanın hakkını vermek? Her durum ve şartta gerçek öncelikler sıralamasından taviz vermemektir. Genelgeçer meşguliyetlerin ötesinde bizi iki dünyada saadete erdirecek sahici eylemlerin peşini bırakmamaktır. Sınırlı ömrümüzü eskilerin kıylükal dedikleri, boş konuşma ve gıybetle ziyan etmemek; kendimize fani dünyanın bizden kolayca koparamayacağı duruş ve meşguliyetler manzumesi inşa etmektir. İşimiz ve hanelerimiz arasında birbirini incitmeyen bir muvazene kurmak suretiyle yaşamımızı dengelemektir. Yapmamız gereken işleri, bir Müslüman’a yaraşır biçimde mükemmellik kaygısıyla sonuçlandırmak demektir. Zamanın hakkını vermek aslında hayatın hakkını vermektir. Bizlere emanet edilen hayatları, son nefesimize kadar en muhterem nimet bilip değerlendirmek, boş ve faydasız işlerle ziyan etmemek demektir.

 

Ali Fuad Başgil’den gençlere tavsiyeler

Her yer çalışmanın en müsait yeridir.

Bir zamanda yalnız tek iş üzerine yogunlaş.

Bir işi bitirmeden digerine geçme.

İstikrarlı çalış. Uzun süreli çalışmayı bırakma.

Her gün ve her saat çalışmanın en müsait zamanıdır.

Her günün derdi kendine yeter. Bugünün işini yarına bırakma.

Karar verip, plan yapmadan çalışmaya başlama.

Çalışırken herhangi bir güçlüğü yenmeden geri adım atma.

Dinlenmek için yavaşla veya iş değiştir ama boş durma.

Çok düşün. O da en yorucu işlerden birisidir.

Acele etme. Sakin ve metin ol. Sindirerek çalış ve öğren.

Hiçbir konuyu küçümseme ve ihmal etme.

Akşam kendine “Bugün ne yaptım, yarın ne yapacağım?” de.

Kaan H. Süleymanoğlu