BİR SALGININ ÖĞRETTİKLERİ

530

İki yıla yakın zaman önce bambaşka bir gündemimiz vardı. İnsan ömrünün uzaması, bu yeni gerçek karşısında dünyanın nasıl değişeceği, yeni hayat ve yeni insan modeli üzerinde duruluyordu. Küresel bir salgınla baş başa kalınca sadece ülkemizi değil, tüm dünyayı ülke ülke anbean takip ediyoruz artık. Karşılaştırmalar yapıyoruz kendimizce. Yaşımız, kökenimiz, unvanımız, dinî anlayışımız, gelir ve eğitim seviyemiz ne olursa olsun Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisini anlatan ünlü piramidinin en alt iki sekmesine hep birlikte sıkışıverdik: Yaşamaya ve korunmaya, dahası başkalarını korumaya çalışıyoruz.

Kendimiz ve ailemizle baş başa kaldığımız bu uzun salgın günlerinde hayatımızdaki pek çok olguya bakışımızda değişiklik olmaması mümkün değildi elbette. Bu değişikliklerle hem iç dünyamızda hem de dış dünyamızda birçok farkındalık kazandık. İçerisinde bulunduğumuz bu nahoş durumla iç içe yaşarken yapabileceğimiz en güzel şey, iç dünyamıza yönelip fabrika ayarlarımıza, asli fıtratımıza yeniden dönmek olacaktır. Başımıza gelen musibetlerden yeni dersler, ibretler yakalayabilir ve bu durumu elimizden geldiğince dış dünyamızda da güzel bir dönüşüme çevirebiliriz elbette.

Daha rahat yaşam, daha hızlı ulaşım, daha çok ve çeşitli bireysel tüketim, çeşitli tatlarda gıdalara erişim sürekli bir hâlde bu kalabalık yaşam alanlarında özendirilirken bahsi geçen gereksinimlerin tümünün sağlanması inanılmaz bir ham madde ve emek tüketimi sayesinde gerçekleşiyordu. Anladık ve gördük ki olmazsa olmaz dediğimiz birçok şey olmadan da hayatımız devam edebiliyor, haddinden daha fazla zaman harcadığımız alışveriş, gezme, dışarıda geçen zaman gibi pek çok husus olmadan da hayatımıza tutunabiliyormuşuz. Hâlbuki yolcuyuz biz bu hayatta. Elimizde kolumuzda taşıdıklarımız ne kadar hafif ise o kadar rahat yolculuk yapacağız aslında. Evet, bugünlerde ve sonrasında almak istediğimiz bir şey için “Gerçekten ihtiyacım var mı? Almaya değer mi?” gibi soruları daha çok sormalıyız kendimize. Hem kendisine verilmeyen şeye yönelen varlık değil miydi insanoğlu? İmkânların sınırlı, arzuların sınırsız olduğu bu hayatta sahip olma isteğinin sonu da yok galiba…

“Şüphesiz biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık.” (Kamer, 54/49.) buyuran Rabbimizin koyduğu ölçüyü koruyamayan insanoğlu salgınla birlikte kendisini ve etrafındaki canlı cansız tüm varlıkları yeniden keşfetmeye, insan olmanın, doğal hayatın, dengenin önemini yeniden anlamaya başladı. İnsanlar çekilince kısa sürede yeniden balıkla dolan kanalları duyunca şaşırıyoruz. Karantina dönemini takiben hava kirliliğinin azalmasına seviniyoruz. Biz hayata ara verip biraz yavaşlayınca doğanın kendini yenileyebildiğine tanık oluyoruz.

Tatil olunca istesek hemen memleketimize ya da başka şehirlere gezmeye gidebilir, ne zaman dilesek anne babamızı görebilir, bayram gelince eş, dost, akraba ziyaretleri yapabiliriz sanıyorduk. Bunların bir nimet olabileceğini önceden hiç düşünmemiştik bile…

İnsan böyle bir süreçte değil de ne zaman hayatında anlam arayacak acaba? Bu bizler için tam bir ilahi fırsat, bir istifade zamanıdır.

Paranın, malın mülkün insana özgürlük ve sıhhat açısından fayda sağlamadığı, fakirle zenginin ortak korku paydasında buluştuğu bir süreçti bu süreç. Böbürlenme insanoğlu! Paranın, malın, mülkün, makam mevkinin geçmediği bir sınavdayız. Kimin aklına gelirdi böyle durumlarla karşılaşacağımız?

İnsanların birbirini anlayacak kadar tanıması, hasbihâl etmesi, yardımlaşması kalmamıştı. Zamanı yoktu kimsenin, herkesin o olmazsa kimsenin yapamayacağı çok önemli işleri vardı. Komşuluk, akrabalık ve misafirlik, sıla-i rahim kavramlarının da yeniden üzerinde durulması gerekliliği daha iyi anlaşılmış oldu bu süreçte. Herkes konforlu bir şekilde fildişi kulelerinde mutlu ve mesut yaşarken en yakınlarının, anne baba, kardeş ve evlatların kapalı kapılar ardında bırakıldığı bir zamanda koranavirüs ancak güzel bir sebep olabilirdi insan nefsine…

Yarınlar hep oluyor da gün geliyor ya sen olmuyorsun ya da güzel sözler söyleyeceklerin, kıymet verdiklerin, ziyaret edeceklerin, hatır soracakların… Sen, sen ol, aklını, fikrini, başına al, zikrini, şükrünü ağzına. Düşürme kalbinden, dilinden…

Hatice KURT