TİCARETTE DE “EMROLUNDUĞUN GİBİ DOSDOĞRU OL!”

585

Bir adam ellerini semaya açmış ve “Ya Rabbi! Ya Rabbi!” diye yalvarıp yakarmaktadır. Ancak kulluğun sadece namaz ve niyazla olamayacağını; hatta namaz ve niyazın bile makbul olması için helalinden kazanıp helalinden tüketmenin ne kadar mühim olduğunu Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bu adam hakkında söylediği şu sözlerden anlamak mümkündür:

“Onun yediği haram, içtiği haram, giydiği haramdı. Haram ile beslenirdi. Peki, böyle birisinin duası nasıl kabul edilsin?” (Müslim, Zekât, 65.)

Bu sözler, dinin toplumsal yönünün olduğunu göstermesi bakımından son derece önemlidir. Zira din, belli konularla sınırlı olmadığı gibi kulluk da sadece namaz ve oruçtan ibaret değildir. Din, hayatın bütün yönleriyle ilgili olup ilahi murakebeden bağımsız hiçbir alanı içinde barındırmamaktadır. Dolayısıyla kimileri hırsızlık, gasp, kumar gibi yollara tevessül ederken helal kazancın derdinde olmak da kulluk vazifesinin bir gereğidir. Bu noktada ticaret, kişinin dinî yaşantısına ve kulluğunun kalitesine ayna tuttuğu için hassas bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ticaret, Yüce Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de “Ey insanlar, mallarınızı aranızda haksız yollarla yemeyin.” (Nisa, 4/29.) dedikten sonra helal kazanç için sunduğu ilahi bir reçetedir. Ticaret, emeksiz köşeyi dönmenin hesabını yapanların ve daha çok servet edinme adına her şeyi mübah sayanların aksine emek ve alın teriyle yoğrulmuş kıymetli bir meşgaledir. Bu yönlerinin yanı sıra ticaret, ahirette peygamberler, şehitler ve sıddıklarla yani özü sözü bir, dosdoğru müminlerle beraber olmaya da vesile olacak bir helal kazanç vasıtasıdır. Ne var ki böylesine büyük bir mükâfat ticaret yapan herkese değil sadece “sadûk” ve “emîn” olan tüccarlara nasip olacaktır.
Peki, bir tüccarın “sadûk” ve “emîn” olabilmesi için ticaretinde gözetmesi gereken ilkeler nelerdir?

1. Müslüman “Kusurlu bir malı, ayıbını söylemeden satmak Müslümana helal olmaz.” (Müslim, İman, 43.) nebevi mesajını kulağına küpe edinir ve daha çok kazanma maksadıyla ayıplı bir malı satmak gibi bir davranışın bile helal ticaretine haram karıştırmak olacağını, bunun da uhrevi cezayı gerektireceğini çok iyi bilir.

2. Müslüman bir tüccar, daha çok kazanma hırsından uzaktır. Onun nezdinde ticaret, kendisinin ve ailesinin rızkını helalinden temin edebileceği bir meşgale olmasının yanı sıra Allah’ın rızasını da kazanma vesilesidir.

3. İslam’da serbest ekonomi modeli olduğu için ticarette kâr haddi konulmamış olsa da bir ürünü maliyetinin çok üzerinde fiyatlara satarak elde edilecek aşırı kâr(!), ahiret sermayesinin tükenmesine neden olabilecektir. Dolayısıyla akıllı bir tüccarın hüsranla/iflasla sonuçlanacak böylesi bir ticaretle işi olmamalıdır.

4. Müslüman bir tüccarın ülkesinin ve yurttaşlarının menfaatlerine zarar verici herhangi bir tasarrufta bulunması düşünülemez. Bundan dolayıdır ki dinimizde fiyatların aşırı yükselmesine sebep olduğu için karaborsacılık yasaklanmıştır. Zira böyle bir faaliyet hem karaborsaya konu olan ürünün piyasada yeteri miktarda bulunmamasına ya da daha pahalı alınmasına hem de enflasyon oranlarının artmasına sebep olarak ülkeye ve o ülkede yaşayan bireylere zarar vermiş olacaktır.

5. Hz. Peygamber (s.a.s.) “Sizden biriniz kendisi için sevip istediğini kardeşi için de sevip istemedikçe iman etmiş olamaz.” (Buhari, İman, 6.) buyurmuştur. Bu nebevi mesajın gereği olarak Müslüman bir birey, hayatın her alanında empati yapabilmeyi bilmelidir. Bu tutumu hem alırken hem satarken sergileyen bir tüccar, kendisini karşıdaki kişinin yerine koyacağı için hiç şüphesiz daha insaflı bir alışveriş yapacaktır.

Hadisten öğrendiklerimiz:
1. Müslüman bir tüccar “Daha çok kâr olsun da nasıl olursa olsun.” gibi bir anlayışı elinin tersiyle iter ve hesabını verebileceği bir kazancın peşinde koşturur.
2. “Ahiret senin için dünyadan daha hayırlıdır.” (Duha, 93/4.) ayetini kendisine düstur edinen ve geçici dünyevi menfaatler için ahiretini satmayan bir tüccar, gerçekten kârlı bir alışveriş yapmış olacaktır.

Halil KILIÇ